Ehl-i Re'y


Prof. Dr. Mehmet Ali Büyükkara hocanın "Sünnet Ehli, Rey Ehli, Hadis Ehli, Selefilik, Vehhâbilik Kavramları Üzerine Bazı Açıklamalar" makalesinden alıntıdır:

Sünni ana bünye, Haricilerin yaptığı gibi büyük günahları sebebiyle Müslümanları tekfir etmiyor, Şii grupların aksine ilk üç halifenin yönetimlerini meşru sayıyor, Kaderîler gibi kaderi inkâr edip insan iradesini bütünüyle özgür kabul etmiyor, fakat yandan daha çok Emevî yöneticilerin sahip çıktığı ve insan iradesinin rolünü reddedip bütün işlerin oluşunu tamamen takdir-i ilahiye bağlayan Cebriyyeci telakkiyi de tenkit etmekten geri kalmıyordu.

Meşhur sahabi Abdullah b. Ömer'in Sünni dini kalıpların teşekkülünde kilit rol oynuyordu.
Hz. Ali ile Muaviye b. Ebi Sufyan arasındaki mücadelede aslında hangi tarafın haklı olduğunu bilip bunu teslim etmekle beraber iki taraftan birbirinin safına geçmekten özenle sakınması, Emevîler iktidarı ele geçirdiğinde ise kerhen de olsa onlara itaatıni sunmaktan geri kalmaması, silahlı çatışmaya ve kan dökümüne götüren itaatsizliği fitne olarak anlaması, Abdullah b. Ömer'in ve onu izleyen diğer büyüklerin 
Sünni hat üzerinde bıraktıkları çok mühim miraslardır. Sûfice dindarlığı ve zahidane hayatı ile ünlenmiş olan Hasan el-Basri'yi de yine aynı bağlamda anmak gerekir.

Ehl-i Re'y denilince kurucusu İmam Ebû Hanife (ö. 150/767) akla gelir. Ebû Hanife ile Kûfe'deki arkadaşları, bazı Sünni âlimlerce Mürcie'den olmaktan suçlanmaktaydı. Kendilerine Mürcie denilen topluluğun sahip çıktığı ircâ doktrine göre, şehadet getiren ve Müslüman olduğunu söyleyen herkes, bu ikrarını amele dökmese de, hatta büyük günah sayılan fiilleri bu ikrarını bozmadan işlese de Müslüman sayılmalı ve toplumda Müslüman gibi muamele görmeliydi. İman denilen şey tasdik ve ikrardan ibaretti. Amel ise imanın bir şartı değildi. 

Büyük günah sahiplerini tekfir eden, bu yüzden onların canlarını ve mallarını helal sayan Hâricî telakkiye karşı geliştirilmiş bu bir teori ile ortaya çıkmaktadır Mürcie. Özellikle mevâili denilen  Arap olmayan Müslümanlar bu doktrine teveccüh gösterdi. Zira Arapçı Emevîler tarafından Müslümanlıkları sorgulanan ve müminlere tanınan temel haklardan mahrum bırakılan bu kesimler, "ben Müslümanlardanım" diyen herkesi hakiki mümin sayan bu telakkiye doğal olarak sempatiyle yaklaştılar. 

Ebû Hanife de Arap kökenli değildi ve Arap olmayan unsurların yoğun olarak yaşadığı Irak'ta mukimdi. Amelsizliğin imanın ortadan kaldırmayacağını, amelin sadece imanın kalitesini artıracağını ifade etmesinden dolayı Mürciî olmakla itham edilen Ebû Hanife, bir taraftan da yeni fıkhı hükümler çıkarırken nakli delilere ilaveten kıyas kullanması nedeniyle de eleştiriliyordu. Kendisi ve öğrencileri, ayet ve hadislerin illet ve maksatlarını göz önüne alarak, bu ayet ve hadislerin doğrudan cevap veremediği konularda, illetler ve maksatlar üzerinden yeni hükümler üreterek, yani kıyasa (Analogie) giderek, toplum problemlerini dine uygun bir şekilde çözüme kavuşturuyorlardı. İstihsan denilen kamusal menfaatlar ile mahalli örf, yine Hanefi ekölün hüküm çıkarmada dikkata aldığı diğer esaslardı. "Rey Ehli" tabiri de buradan çıktı. İçtihadın temeli olan rey, mantıksal düşünme yolları izlenerek yapılan aklî bir faaliyetti. Reyi de dinin kaynakları arasına dahil eden ve çoğunluğunu Iraklı  âlimlerin oluşturduğu bu gruba ve takipçilerine ehl-i re'y dendi.

Bu çerçevede dinamik bir fıkıh (fıkh-ı ekber diye anılan akaid ilmi de buna dahildir) ortaya çıktı. Ancak bu dinaminizm, muhafezekâr bazı âlimlerce Sünni hattan sapma ve Mu'tezile ile aynı kulvarda koşma olarak değerlendirilip mahkum edildi. Sünni alimler İslam akaidlerini ispat ve müdafaa metodu olarak geliştirlen kelam'ı bidat olarak görüp, kelamla meşgul olanlara kötü gözle bakılmıştı. Genellikle ehl-i hadis âlimlerinin benimsediği bu selefî taviır, İslam düşüncesini müspet bir noktaya götürmedi. Bilakis, gayr-i sünni fikirlerin güçlendikleri müşahade edildi. İşte bu noktada, yaklaşık bir buçuk asırlık bir gecikmeyle de olsa ehl-i re'y çizgisi üzerinde Sünni kelam diyebilieceğimiz bir ekolün doğuşu gerçekleşti. İslam inanç esaslarının ispatında nakli dellilere ilaveten mantık ve düşüncenin akli uygulamalarını da kullanan bu ekol, iki farklı mezhep üzerinden bugüne taşındı.

Mâturidiyye mezhebinin kurucusu kabul edilen Hanefi âlim Ebû Mansûr el-Mâturîdi (ö. 333/944), Sünni kelamının diğer mezhebi Eş'ariyye'nin kurucusu sayılan Ebû'l-Hasan el-Eş'arî'yi (ö. 324/936) göre daha rasyonel bir metodolojinin temsilcisi oldu. Hâkim Semerkandî (ö. 342/953), Sadru'l-İslam Pezdevî (ö. 493/1100), Ebû'l-Mu'in Nesefî (ö. 508/1115), Ömer Nesefî (ö. 537/1142), el-Uşî (ö. 575/1179), Nureddin Sâbûnî (ö. 580/1184) gibi âlimler Mâturîdiyye mezhebini geliştirdliler. Mâturidiyye, Hanefi fıkıh mezhebi mensuplarının itikadi konularda kendilerini, bağlı kabul ettikleri mezheptir. 

Bâkıllânî (ö. 403/1013), İmamu'l-Harameyn Cuveynî (ö. 478/1085), İmam Gazzâli (ö. 505/1111), Fahreddin Râzî (ö. 606/1210), Âmidî (ö. 631/1233), Kadı Beyzâvî (ö. 685/1287), el-İcî (ö. 756/1355), Teftazânî (ö. 792/1390), Seyyid Şerif Curcânî (ö. 816/1413) gibi meşhur âlimlerin elinde gelişen Eş'ariyye ise, daha çok Şâfii ve Mâlikî fıkıh mezhepleri bağlılarının itikadî sahada izledikleri bir mezhep hailne geldi. Ehl-i Sünnet içerisindeki bu entelektüel atılım ile birlikte Sünni ana hattın bidatçı sayıp dışladığı, Mu'tezile, Bâtiniyye ve Mücessime gibi akımlar gerileme sürecine girdiler. 

Sünniliğin ehl-i re'y çizgizi Halefiyye, yani "sonrakilerin yolu" olarak da adlandırıldı; zira Sünniliğin ehl-i hadis çizgisi kendisini Selefiyye, yani "önceki nesillerin yolu" olarak takdim ediyordu. Halefiyye bu yönüyle Selefiyye'nin Sünnilik içindeki alternatifi oluyordu. Ehl-i re'y diğer taraftan "ehl-i sünnet-i âmme", yani "genelin/umumun sünnet ehli" olarak da isimlendirildi. Bunun nedeni ise, bu çizginin özellikle kendi içerisinden Sünni kelamı üretmesi, bu kelam mezhepleri ve onların eşliğinde fıkıh mezheplerinin üzerinden Sünni Müslümanların büyük bir kısmına hitap eder büyüklüğe erişmesiydi. Günümüzde bu Sünni hat, neredeyse Ehl-i Sünnetin yüzde doksanını temsil etmektedir.      
    

Kommentare