İbn Haldun'un Kendi Dilinden Hayatı ve Hatıraları

Yusuf Sami Kamadan'ın makalesinden alıntıdır:

İbn Haldun’un otobiyografisi olan et-Ta’rîf, her şeyden evvel hem kendisinden önce hem de sonra otobiyografi yazma geleneğinin olmadığı bir dönemde telif edilmiş değerli bir eserdir.
İbn Haldun bilindiği gibi “el-İber” adlı dünya tarihine dair yazdığı eserden daha ziyade, bu eser için yazdığı Mukaddime ile maruf olmuştur. Kelime olarak “tanımak” anlamını taşıyan et-Ta’rîf’in yazılım süreci ise iki aşamada gerçekleşir. İbn Haldun, et-Ta’rîf’i el-İber’in eki olarak düşündüğü ilk aşamada, ona et-Ta’rîf bi-İbn Haldun Müellifu Haze’l-Kitab yani el-İber’e gönderme yaparak “Bu Kitabın Yazarı İbn Haldun’u Tanıma” ismini koymuştu. Fakat daha sonra yaşadıklarını da et-Ta’rîf’e ekleyen İbn Haldun, eserin hacminin artmasını da göz önüne alarak bunu ayrı, bağımsız bir eser olarak düşündü ve ismini de “et-Ta’rîf bi-İbn Haldun ve Rıhletuhu Garben ve Şarken” yani “İbn Haldun’u Tanıma, Batı’ya ve Doğu’ya Gezileri” şeklinde değiştirdi. Bugün elimizde mevcut bulunan et-Ta’rîf, İstanbul’daki çeşitli yazma eser kütüphanelerindeki bu eserin tam metninin temel alınarak yayınlanmış halidir.
et-Ta’rîf bir otobiyografi olmasından başka İbn Haldun’un içinde yaşadığı siyasi, toplumsal, kültürel ve tarihi olaylara da yer veren bir eser olma özelliğine sahip. İbn Haldun’un buraya aldığı 380 beyitlik kendisine ait olan şiirleri ile de et-Ta’rîf bir bakıma edebî bir eser konumunda. Vecdi Akyüz’ün tercümesi ile Dergâh Yayınları’ndan “Bilim ile Seyahat Arasında Hatıralar” başlığıyla taşıyan eser; dört ana bölüm, alt ve ara başlıklar ile karşımıza çıkıyor.
“Hocam bana şiir ezberlemeyi salık verdi”
İlk bölüme “Haldun Ailesi ve Yetişmem” başlığını veren İbn Haldun, şeceresini tanıtmakla işe başlıyor. Buna göre Yemen Araplarından, Hz. Peygamberin (sa) kendisi hakkında “Allahım! Vâil bin Cuhr’a, çocuklarına ve kıyamete dek çocuklarının çocuklarına bereket ver.” dediği sahabeden Vâil bin Cuhr’a uzanan nesep, daha sonra Endülüs’e göç etmiş, uzun zaman Endülüs’te yaşamış, ancak Kastilya Kralı VI. Alfonso’nun hâkimiyetinden sonra Tunus’a göç etmek durumunda kalmıştır.
İbn Haldun da bu göçten yaklaşık iki asır kadar sonra bu yeni vatanda, Tunus’ta dünyaya geliyor. Bu arada İbn Haldun’un geçmişi ile alakalı aktardığı bilgiler o dönem Endülüs’ünün ne kadar da karmaşık bir yapıda olduğunu gözler önüne serer.
İbn Haldun konuyu sonrasında eğitimine getirir. Burada ilme olan merakından başka, çevresindeki ilim adamlarından istifade etme konusunda ne kadar da azimli olduğu görülür: “Başka bir hocam, Tunus’ta Arapça ve edebiyat imamı olan Ebu Abdillah Muhammed bin Bahr’dır, onun meclisine bağlandım, bilgisinden çok yararlandım, dil bilimleri konusunda engin bir denizdi, bana şiir ezberlemeyi salık verdi.”
Seçkin ve bilgin bir vezir
Et-Ta’rîf’i değerli kılan özelliklerden biri de eserde geçen tarihi, ilmi, edebi önemli isimlerle alakalı anekdotlardır. Mesela, eserinin son bölümünde “Topal Kasırga Timur” başlığını taşıyan Timur’la görüşmesine ilişkin detaylar ayrı bir yazı konusu olabilecek değer ve hacimde karşımıza çıkıyor. Bunun dışında Lisânüddin İbnü’l-Hatîb ile olan mektuplaşmalarına eserinde uzunca bir yer ayıran İbn Haldun, yeri geldiğinde mütevazılığını da göstermekten kaçınmıyor: “İbnü’l-Hatîb’in bu mektubuna cevap verdim. Onunla rekabet edemem endişesiyle, secili (ağdalı ve uyaklı) yazmaktan kaçındım. İbnü’l-Hatîb’in üslûbu, erişilmez bir özelliğe sahipti.”
İbn Haldun’un İbnü’l-Hatîb’in bir mektubunda kendisine hitap ettiği şekliyle “büyük fakih, büyük ve ulu önder, reis ve hâcib, seçkin bilgin vezir” sıfatlarının tamamını hak eden bir kişi olduğunda şüphe yok. et-Ta’rîf’in satırlarını dikkatli bir şekilde okuyanlar şunu kabul edeceklerdir ki İbn Haldun kendi döneminde ciddi bir karışıklık içinde olduğu gözlemlenen siyasi yapıları birer araç olarak kullanır. Dolayısıyla siyasi hareketler arasındaki geçişlerini bununla izah etmek yerinde olacaktır. Mesela; önceleri Abdilvâdilerden Ebu Hammû’nun hizmetinde iken, sonrasında Merîbilerden Abdülaziz’in hizmetine girdiğini görüyoruz. Üstelik bununla da kalmayıp mesela Bicâye’nin Ebu Hammû’dan alınması için bir de Abdülaziz’e faydalı bilgiler veriyor.
Şahsen onun, parçalanmış, irili ufaklı, ne uğruna mücadele ettikleri belli olmayan döneminin siyasi yapılarını çok da ciddiye almadığını düşünüyorum. Haliyle bu da aralardaki geçişleri kolaylaştırıyordu, kendisi için. Zaten kitabın satırlarında da siyasette bulunurken defalarca ilimle meşgul olmak istediğini dile getiriyor ve imkânlar yakalayınca da bunları muhteşem şekilde değerlendiriyor.
Dünya incisi, âlem bahçesi, milletler mahşeri Mısır
İbn Haldun eserinde özellikle Mısır kısmına oldukça yoğun yer verir, tam 24 yıl yaşayacağı Mısır’a yerleşir: “Zilkade ayı başında Kahire’ye geçtim. Dünya incisini, âlem bahçesini, milletler mahşerini, karınca gibi insanları, İslâm’ın eyvanını ve iktidar koltuğunu gördüm. Çevresinde köşkler ve konaklar görünüyordu. Ufuklarında hangahlar ve medreseler parıldıyordu. Bilginlerden oluşan dolunaylar ve yıldızlar ışıldıyordu. Nil denizi kıyısı, cennet ırmağını ve gökyüzü sularının kopuş kaynağını andırıyordu. Suyu susuzunu ve hastasını suluyordu. Dalgaları, onlara meyveler ve hayırlar sağlıyordu. Kalabalıkları yutan kent sokaklarında, nimetlerle dolu çarşılarında dolaştım.”
Daha oraya gitmeden bile Mısır’da namı bilinen İbn Haldun’a, Mısır’a yerleşmesinin ardından başyargıçlık verilir. Adalet müessesesinin bozulmasına karşı verdiği ödünsüz mücadele nedeniyle kendisine karşı bir tepki doğduğunu da belirtir.
İbn Haldun’un Timur’la karşılaşması
Bana göre kitabın en önemli kısmı ise “Topal Kasırga Timur” başlığını taşıyan bölümdeki Timur’la görüşmesine ilişkin detaylardır. Memluk topraklarında Timur tehlikesi baş gösterip de bu tehlike Dımaşk’a kadar gelince Timur’un ordusuna karşı yola çıkan Sultan Ferec’in ordusunda İbn Haldun da yer alır. Her ne kadar Sultan Ferec, Timur’a karşı ciddi bir mücadele vermiş olsa da sonrasında Kahire’de ortaya çıkan bir takım olaylar dolayısıyla Kahire’ye dönmek zorunda kalınca Dımaşk kendi kaderine, Timur’un avucuna düşmüş, İbn Haldun gibi çok kişi de Dımaşk’ta kalmıştı.
İbn Haldun’un namı Timur’un da kulağına gitmiş olmalı ki Timur, İbn Haldun’u katına çağırır. İbn Haldun detaylarından eserinde bahsettiği Timur ile tam dört konuşma yapar. Tercüman aracılığıyla yapılan sohbette Timur, İbn Haldun’a özellikle Kuzey Afrika coğrafyasıyla alakalı sorular sorar. İbn Haldun, Timur’un kendisine “Uzağıyla yakınıyla, dağlarıyla ırmaklarıyla, köyleriyle kasabalarıyla bütün Mağrib diyarını, sanki görüyormuşum gibi bana yazmanı istiyorum” dediğini ve kendisinin de on iki yaprağı bulan kısa bir özetle konuyu işlediğini söyler.
Timur hakkında değerlendirmelerini açıkça yapmaktan çekinmeyen İbn Haldun, eserden anlaşıldığı kadarıyla Timur’un gücünden de etkilenmiştir. Mağrib sultanına Timur’la alakalı gönderdiği mektupta bunu anlamak mümkün.
Eserde geniş bir İbn Haldun Kronolojisi var
Kitabın sonunda verilen ekler kısmındaki İbn Haldun Kronolojisi, eserde karmaşıklığa varan yoğunluğu açıklığa kavuşturucu bir özellik kazandırıyor. Burada dönemler dört temel başlık altında; “Yetişme Dönemi”, “Siyaset ve İdarecilik Dönemi”, “Siyasetten Uzaklaşma ve Yazım Dönemi” ve “Yargıçlık ve Hocalık (Müderrislik) Dönemi” şeklinde tarihleriyle birlikte okuyucuya sunuluyor. Kronolojinin ardından verilen haritalar da okuyucu için büyük faydalar sağlıyor. Bunların dışında verilen “Endülüs (İspanya) ve Kuzey Afrika Devletleri” başlıklı kısım da okuyucuya genel bir bakış sağlaması bakımından faydalı ve yerinde düşünülmüş bir ek olarak karşımıza çıkıyor.
Yusuf Sami Kamadan, “et-Tarif”, Kitabın Ortası dergisi, Temmuz 2018, sayı 16.

Kommentare